Kitabı okuduğumda ilk söylediğim şey “beklediğimden daha da iyi” oldu. Kurgudan, anlatımına,yazımın diline kadar…Söyle söylesem hiç fena olmaz sanırım,bir sonraki sayfayı çevirmek için yanıp tutuştum,bir sonraki cümleyi aç gözlerle bekledim.Alıp götüren bir kurgusu var ki,zaten bir süre sonra maceralarda kendini de görmeye başlıyorsun.Çünkü kitapta rüzgar esse hisseder hale geliyorsun.
Elena’nın evine dönüşüyle başlıyor kitap ve düşünceleriyle…Okulun kraliçesi,kasabanın göz bebeği olan Elena,anne babasını üç yıl önce kaybetmiştir.Dört yaşındaki kız kardeşine ve ona,halası Judith bakmaktadır.Her ne kadar halasını sevse de eski,güzel günlerini özlemektedir.İçindeki sıkıntıyı da buna verir…
Okula ve arkadaşlarına döndüğünde içindeki sıkıntı biraz olsun azalacaktır.Elena en yakın arkadaşlarına kavuşmuştur.Okul ise kraliçesine…Kraliçesi ve maiyeti tam içeriye gireceği sırada,bir motor sesi duyulur.Araba durur ve içinden muhteşem bir delikanlı iner.Delikanlı Elena’nın yüreğini hoplatacak kadar yakışıklıdır.Tatlı bir yakışıklılığı vardır…Aynı zamanda karizmatik ve giyinmeyi bilen biridir.Elena bu gence yaklaşmak için çabalar fakat hayatında ilk defa kendisine soğuk davranan bir erkekle karşılaşmıştır ki,bu onu gerçekten çok ama çok kırar.
Stefan okula yeni yazılan İtalyan kökenli bir gençtir.Okula ilk girdiği andan itibaren bütün dikkati üzerine çeker fakat onun istediği bu değildir.Sakladığı sırrıyla birlikte hiç dikkat çekmemek…O bir vampirdir,bir katil…Ne kadar durdurmak istese de katil olmayı,ne kadar unutmak istesede geçmişini unutmayı engelleyememiştir ki bu iki lanet onu bir gölge gibi takip etmektedir.Elena ise onu bu iki lanet açısından çok zor duruma sokacaktır.
Damon,takip ettiği kardeşine ulaşmıştır ama artık istediği iki şey vardır.Hem intikam hem de Elena…
Kahramanların çok iyi oturmuş karakterleri var,ilk başta da bunu fark edebiliyorsun. Üçüncü kişinin ağzından anlatmasına rağmen,sanki birinci kişi ağzından yazılmış gibi o karaktere ortak olabiliryorsun.Bu hoşuma giden şeylerden biriydi.Ayrıca karakterler arasındaki ilişkilerin de,dostluktur,aşktır, kurguya çok iyi oturtulduğunu görebiliyoruz.
Elbette daha eleştirel gözle bakınca takıldığım noktalar oldu.Örneğin olaylar işlenirken kendimi uçuyormuş gibi hissettim.Nefes aldıran boşluklar veya okuyucunun duraklayıp dinlenmesini sağlayacak aralıklar yoktu.O olaydan bir diğer olaya hop diye atladık.Bu soruların cevapları bulunmuyor anlamında değil tabii ki…Okurken heyecanlanıyorsun, üzülüyorsun,seviniyorsun.Kastetdiğim bu değil.Sanki hiç inişi olmayan bir köprüdeyim ve sürekli uçurumdan aşağı bakıyordum.Olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki bir an şaşırıyorsun.Ama şöyle de söylenebilir,yazar bir kitap yazıyor ve kitapta olayları sığdırmak zorunda.
Kitapta av da,avcı da olabilirsiniz.İntikamı ya da aşkı tadabilirsiniz.Kargalar tarafından gözlenebilir,bir mezarlıkta başınızı mezar taşına dayayarak dinlenebilirsiniz…Ama vampirlerin,belli belirsiz ortaya çıkan kehanetlerin,görüşlerin ve ensenizde hissettiğiniz ölümün etkisinden kurtulamayacaksınız.Kitabın son cümlesini okuduktan sonra ise kitapbın kapağını kapatacak ve derin bir nefes alacaksınız.
L.C. Smith’in Vampir Günlükleri;aldığınıza asla pişman olmayacağınız bir kurgu… Vampilerin karanlık dünyasına,aşkın karşı konulmaz doğasına,nefretin bitmez öfkesine
iyi yolculuklar…