murat.qumus
Mesaj Sayısı : 199 Yaş : 34 Kayıt tarihi : 24/01/11 Nerden : İstanbul
| Konu: Pandora | İnceleme Perş. Şub. 03, 2011 3:08 pm | |
| [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sıradan bir Anne Rice kitabı “Pandora”. Elbette ki onun için sıradan sadece. Kitap daha ilk cümlesinde okuyucuyu kendine bağlamasını biliyor. Rice üslubunun, hayal gücünün, bakış tarzının birleştiği bu kitap hem eski uygarlıkları sevenler için ideal hem de vampir sevenler için. Okurken sayfalar arasında kaybolmasanız da sizi içine çekecek ve son sayfayı çevirdiğinizde boşlukta hissetmenizi sağlayabilecek bir eser. Kitap 1. tekil şahısla yazılmış bir güncedir. Pandora adlı vampirin insan yaşamını, Marius’a olan aşkını ve ayrılmalarını yazdığı bir güncedir.
Başlangıcı Pandora’nın yepyeni bir vampir olan David ile olan karşılaşmasını yazmasıyla başlar. David fani hayatının artık son günlerini yaşarken ruhunu bir başka bedenin içine yerleştirmişti. Talamasca Cemiyet’inden olan David Talbot’un yaptığı bu imkansızlığın ötesindeki olay ölümsüzlerin dünyasına bir meteor gibi düşmüştür. Rice’ın diğer kitaplarında da karşımıza çıkan Lestat tarafından Karanlık Nimete sunulduğunu öğrendiğimiz David, Pandora’yı gizemli çekiciliyle etkisi altına almayı başardı. Pandora’nın karşı konulamaz isteği David’ı kanatları altına almaktı.
David yaşlı ama hala bir genç kızın güzelliğini taşıyan Pandora’dan anılarını yazmasını istiyor. Ona yazmayı sevmeyen bir kişinin bile yazma hevesini alevlendirecek iki günce veriyor. Pandora bunu istemese de genç David’teki bir şey onu buna çekiyor.
Pandora günceye yazmaya küçüklüğünden, Roma’dan başlıyor. Gerçek adının Lydia olduğunu ve babasının bir Senatör olduğunu öğreniyoruz. Ondan büyük 5 tane erkek kardeşi olduğunu ve hepsinin –biri hariç—güçlü ve korkusuz olduklarını vurguluyor Pandora. Genç kız iyi bir eğitim görüyor hayatı boyunca. O zamanın en önemli şairlerinden Ovid’e ayrı bir sempati duyuyor. Ovid tamamen vermek istediği duyguları cinsel yollarla kaleme döken bir şair olarak çıkıyor kitapta.
Pandora 10 yaşında ilk kez karşılaşıyor Marius ile. İlk ve tek aşkıyla… Marius gezgin bir tarihçidir. Mısır’dan Roma’ya, Yunanistan’dan dünyanın en gizemli şehirlerine kadar her yerde yeni şeyler arayan yarı bir barbardır. Her ne kadar Pandora’ya nişan yapmak istese de Senatör izin vermiyor. Pandora daha çok hayat kadınlarının taptığı ve mezhebinde olduğu İsis’in mezhebine kabul ediliyor.
Pandora bu sırada o zamanın Romasından ve imparatorlarından bahsetmektedir. Roma İmparatorlarının yaptığı akılsızca davranışlar ve infazları anlatıyor. Bunun nedeni ilk başta yaşadığı zamanı göstermek gibi görünse de aslında değil. Anlatmasının sebebi, ailesinin de infazlara kurban gitmesidir. En yakınlarından—Kim acaba?– biri tarafından suçlanan ailenin hepsi katledilir. Geriye Senatör ve Pandora kalır. Senatör, Roma’ya çok uzak olan ve geleceğin incilerinden biri olacak olan Antioch’a gönderiyor genç kadını.
Genç kadın Antioch’a bir gemi ile gitmektedir. Gemide geçirdiği tüm geceler ve uyuduğu gündüzleri hep aynı şeye bağlanan rüyalar görmeye başladıyor. Şehirde İsis’in bir tapınağı vardı ve Pandora oraya gidiyor. Eski yuvasına… Genç kadın hapsolduğu rüyaları anlatıyor rahip, rahibe ve gizemli adama… Bu kişi daha sonra Marius olduğunu belli edecek kişiydi… Vampir olan Marius’tu o kişi…
Kitapta günlerin hesabı tutulamıyor sonlara doğru. Her şey sanki aynı gün içinde oluyor ve bitiyordu. Pandora, şehirde yanmış bir vampirin olduğunu ve tapınağın merdivenlerine her gece bir kurbanını bıraktığını öğreniyor. Yanmış vampirin tek istediği “Kutsal Pınar”dan kan içmek ve eski haline kavuşmaktır. Pandora işte o zaman onları görüyor. Pandora, rüyalarının sebebini öğreniyor ve vampirliğe adım atıyor. Marius ile sırrı gizli tutmaya çalışıyor ve tehlikeleri yok ediyorlar ama ne yazık ki kendileri için olan tehlikenin adım adım yaklaştığını görmüyorlar.
Kitabın sonu istenilen, daha doğrusu daha başka şeylerin olması düşünülen yerde bitmiş. Bu açıkçası okuyucuları heyecanlandırmış ve “Ah!” dedirmiştir. Kitap eski zamanlara öyle güzel ışık tutmakta ve sevilen vampir efsanelerini birleştirmekte ki tadı damakta bırakıyor. Kitabın elbette ki imla hataları ve çevirim hataları bulunmakta ama yinede kitabın sürükleyiciliği fark ettirmiyor bile.
Kitabın eski zamanlardaki erkek egemenliğine çok güzel bir şekilde değinmesi ve bir kadının nasıl kurnaz, zeki ve atılgan oluşunu yansıtmakta olması feminist duyguları alevlendirse de altın bir başak gibi baş üstünde tutulan vampir aşkını hızlandırıyor. Tarih seven bir insan olarak açıkçası en sevdiğim uygarlıklardan birinin işe karışması beni aşırı derecede tatmin etti. Tarih sevmeyen biri bile zevk alarak okuyabilir bence kitabı.
Fakat uyarı sizlere… Eğer daha önce Rice kitaplarından hiç okumadıysanız dikkat etmelisiniz. Kitabın üslubu tamamen Anne Rice’ın özelliklerini taşımakta… Ağır bir dil ve uzun betimlemelerle sayfaları dolduran Pandora’nın hikayesi hem sıra dışı hem de kalbe dokunan cinsten…
Sayfaları çevirdikçe içinden çıkan gizemler ve şaşırtıcı gerçekler bazen “Biliyordum!” ve bazen de “Ciddi misin sen?” dedirtiyor. Kimseye güvenilmemesi gerektiğini tek bir karakterde anlatmayı başaran Rice, eserlerine şahane bir tane daha ekliyor…
“Pandora” size hem tarih sevdirecek hem de vampirlere daha çok bağlanmanızı sağlayacaktır. |
|